-- Oh, Meltem... As usual, your timing is impeccable!
Zamanlaman herzamanki gibi mükemmel / kusursuz... (Kinayeli ve
alaycı: Meltem hiç olmadık bir zamanda çıkagelmiş ve olaya limon sıkıyor)
-- This will hurt me more than it will hurt you.
"Bunu yapmak istemiyorum, ama yapmak zorundayım" ikiyüzlülüğü...
-- (It/He/She) Grows on you.
İlk görüşte/tanışmada/okumada vb pek tutmuyorsunuz / beğenmiyorsunuz, fakat zaman içinde beğenmeğe / sevmeğe başlıyorsunuz.
-- Three strikes (hits/mistakes/warnings, etc) and you're out.
Üç vuruş (hata/uyarı, vb) oldumu çıkıyorsun; üç vuruşta çıkılır (oyun kuralı).
-- Are you a man or a mouse?!
Ne korkuyorsun be?! "Adam mısın, farecik misin?"
-- Are you game?
Var mısın? Hadi sportmence çık karşıma. Are you game for a challenge? Var mısın karşıma çıkmağa?
-- (To) Dance the night away. (Daha seyrek olarak: To dance away the night)
Bütün gece dansetmek; geceboyu dansetmek... ÖRNEK: "They danced the night away under the stars at their own private garden party."
-- (To) Get away from it all.
Bütün bunları, bu sevmediğimiz hayatı/ortamı geride bırakıp, çekip gitmek, bunlardan uzaklaşmak, "oh be!" demek... ÖRNEK: "It is an ideal quiet place if you are looking to get away from it all for the weekend without paying a huge price for it."
-- Don't play innocent with me. (veya, daha seyrek olarak: Don't play the innocent with me.)
Bana masum/bilmiyormuş numarası yapma.
-- Don't re-invent the wheel. (veya, No need to re-invent the wheel... veya "to reinvent")
Amerika'yı yeniden keşfetmeğe çalışmanın âlemi yok.
-- I'm all ears.
Bütün dikkatimle seni dinliyorum. Hadi söyle, işitmek için sabırsızlanıyorum.
-- Somebody pinch me. [Emir/öneri tonunda]
Rüya görüyorum galiba. Biri beni çimdiklesin.
-- Two can play that game.
Kendini o kadar akıllı zannetme; bu oyunları biz de biliriz; aynı numarayı ben de çekebilirim sana.
-- What's keeping you? (veya, What's holding you back from + Ving)
1. Hadisene yahu!.. 2. Ne duruyorsun, yap yapacağını; bakalım cürmün ne kadar?! [Özellikle de, alaycı tonda "Seni tutan ne?"]
-- What you don't know won't hurt you!
Bilmemek mutluluktur. Bilmesen daha iyi.
-- You never know.
Bilinmez ki. Hayatta herşey olabilir... ÖRNEK: "What, if they change their minds tomorrow?" "Well, you never know." "Ya, yarın fikir değiştirecek olurlarsa?" "Walla, bilinmez. Hayatta herşey oluyor."
-- Oh, that was a close shave.
İyi sıyırttık. Paçayı ucu ucuna sıyırttık. Kılpayı kurtulduk.
-- Your guess is as good as mine.
Valla bu kişiye/olaya ilişkin benim de bilgim/fikrim yok. Tahminden öteye gidemeyiz.
-- You mark my words!
Aha, buraya yazıyorum! [= Şimdi kulak asmıyorsun; ama göreceksin, bu dediklerim gerçekleşecek]
-- No monkey business, Okay?
"O biçim" işler yok, tamam mı?! [Örneğin bir bayanı eve kahveye davet ediyorsunuz; kendisinden böyle bir cümle işitmeğe hazır olunuz. Tabiidir ki, kendini bilen bir hanımefendiden işitebileceğiniz yegane sözlerdir bunlar... Cevabınız şu olacaktır: "No, of course not." Tabiidir ki, bir centilmene yakışacak sözlerdir bunlar...
Ve tabiidir ki, her iki sözün de aksinin gerçekleşeceğini her ikiniz de bile bile...] |